Hafta içi yoğun bir çalışmanın verdiği yorgunluğu atmak için Cumartesi Pazarı iple çekersiniz. Üst kattaki komşular müsaade ederse güzel bir uyku çektikten sonra çoluk çocukla beraber güzel bir kahvaltı etmek istersiniz. O gün geldiğinde bir başka duygularla kalkarsınız yataktan. Elinizi yüzünüzü bir güzel yıkadıktan sonra balkona çıkarsınız. Kahvaltı masası hazırlanmıştır. Hafta içinde koşuşturmaktan zaman bulamadığınız için yapamadığınız kahvaltının özlemi ile masaya oturursunuz. Lüks otellerin açık büfe kahvaltıları yanından bile geçemez sizin masanızın. Çeşitler bol. İştahınız kabarır. Çoluk çocuk aynı masada kahvaltı yapmanın bir ayrıcalık olduğunun farkına varırsınız. Masayı donatan maharetli ellere teşekkür etmeyi de ihmal etmezsiniz. Takdir edilmenin memnuniyetini ve mutluluğunu eşinizin gözlerinden okursunuz.
Çaylar servis edilir. İsteğinize göre şeker ilave edip çayı karıştırırken gözlerinizle, masa üzerinde yer alan yiyecek ve içecekleri tararsınız. Hangisinden başlayayım diye düşünür öncelik konusunda tereddüt edersiniz.
Sonunda eliniz ekmeğe ve çatala gider. Bir iki lokma yedikten sonra açılırsınız. Böyle bir kahvaltı yapma fırsatı verdiği için Allah’a şükredersiniz. Belki de ‘Allahım, olmayanlara da ver’, dersiniz içinizden.
Kahvaltınız şen şakrak devam ederken, bir gök gürültüsü duyulur. Peşinden elinizdeki bardak düşer, lokmanız boğazınıza düğümlenir. Yukarıdan inen toz-toprak masanıza misafir olur. Özenle hazırlanmış yiyeceklerin üstüne üşüşür. Neye uğradığınızı şaşırırsınız. Ne oldu demeye kalmadan gök gürültüsü peş peşe tekrarlanır ve üst kattaki komşunuzun eşsiz ve pahalı halısından azat olan kıllar, tozlar, atıklar, her ne varsa yağmur gibi yağar, masanıza sığınır. Karşı apartmanın balkonunda kahvaltı yapan insanlar da hayretle sizi izler, şimdi ne olacak diye merakla beklerler.
Hasretle beklediğiniz balkonda hafta sonu kahvaltısı zehir olur, kâbusa dönüşür. Tansiyonunuz fırlar, nabzınız hızlanır, gözleriniz kararır. Sonra komşuluk ilişkileri gelir aklınıza; bir “La Havle…” çekersiniz. Sakinleşmek için kendi kendinize telkinde bulunursunuz. Komşunuza, yaptığının medeni bir insana yakışmadığını uygun bir dille anlatırsınız. Gerçi anlayacak olsa böyle bir davranış sergilemez ya, siz yine de çıkmadık candan umut kesilmez deyip anlamasını beklersiniz.
Ancak nafile, ertesi hafta yine benzer manzara ile karşılaşırsınız. Belki bu sefer halı silkelemez komşunuz; uzunca bir çarşafı sarkıtınca balkonunuz tamamen kapanır veya astığı sulu çamaşırlardan düşen damlalar sizin balkonda birikir. Sabrınız tükenir, tahammül sınırlarınız zorlanır. ‘Komşu, çamaşırlarını bizim balkonumuza değil, kendi balkonuna asacaksın!’ diyemezsiniz. Bir daha “La Havle…” çekersiniz. Başka yapabileceğiniz şeyler vardır ama ne de olsu komşu, sabretmek lazım der söylemek istedikleriniz boğazınızda düğümlenir, söyleyemezsiniz.
Hayatın her alanında bu tür haksızlıklarla karşılaşırsınız. Durakta otobüs beklerken sıraya girmeyip herkesin önüne geçenleri görünce isyan edesiniz gelir. Sıradaki herkesi aptal yerine koyar, uyanıklık yaptıklarını sanırlar. Toplu taşım araçlarında yüksek sesle uzun süre konuşur, özel meselelerine bütün yolculara dinletirler. Hasta, gazi, hamile ve yaşlılara ayrılmış koltukları asıl sahiplerinden başka herkes kullanır.
Toplu yaşanılan yerlerde uyulması gereken kuralların herkes için olduğunun farkına varmalıyız. Medeni insan olmanın, hayatın her alanında başkalarının hak ve hukukuna saygı duymaktan geçtiğini bilmeliyiz. Bunu insanlara anlatmalıyız. Anlamayanlara da anladıkları dille anlatmak ve mağdurların hakkını korumak devlet yetkililerinin görevidir. Onlar da görevlerini yapmalı aldıkları maaşı hak etmelidirler.
Arabayla seyahat ederken yol kenarlarını gözlerinizle tarayın. Etrafın çöplüğe döndüğünü göreceksiniz. Bira, maden suyu ve gazoz şişeleri; poşetler, sigara paketleri daha neler neler… Yol kenarlarına gökten çöp yağmış sanırsınız. Çevreyi kirleten ve başkalarının hakkını gasp etmeyi bir maharetmiş gibi gören bir sürü insan (!)
Kaçak suyla abdest alıp, kaçak elektrik ile ısıttığı evinde Allah’ın huzurunda duran, beş vakit namazında niyazında insanları bile görmek mümkün. 81 milyon insanın hakkını yediklerinin ve bir gün bunun hesabının kendilerinden sorulacağının farkında değiller. Nerdeyse nüfusunun tamamı Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Akla gelen ve gelebilecek olan bütün güzellikleri ve doğruları tavsiye eden bir dinin mensuplarıyız. “Temizlik imandandır” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. İnancımızla, yaşadığımız çevrede karşılaştıklarımız arasındaki tezadı gördükçe kahroluyorum. Olanlara bir anlam veremiyor, izah etmede güçlük çekiyorum. Allah korkusu ve utanma duygusunun kalktığı; kanunların işletilmediği veya işletilemediği toplumların Allah yardımcısı olsun diyorum.