Güneş her gün doğudan doğar batıdan batar. Gökyüzündeki seyri hiç değişmez. Sabah saatlerinde başlayan tırmanış öğle saatlerinde zirveye ulaşır. Akşama doğru yorgun argın bir halde kızıl ufka varınca görevini tamamlamanın huzuru içinde dinlenmeye çekilir. Gün boyunca her varlığı aynı şefkatle kucaklar ısıtır, aydınlatır. Ondan ısı ve ışık alan varlıklar kendi özelliklerini sergilerler. Gülün güzel kokmasının, leşin insanları rahatsız etmesinin sebebi güneş değildir. O ikisine de aynı ısı ve ışığı vermiştir.
Güneş doğarken de batarken de cisimlerin gölgeleri büyüktür. Küçük yaratıklar gölgelerine bakarak böbürlenebilir, kendilerini büyük hissedebilirler. Güneş doğarken veya batarken gölgelerin büyük olması önemli değildir. Önemli olan, güneş tam tepedeyken yani zirvedeyken gölge yapabilmektir.
Anadolu’nun bazı yerlerinde Güneşin doğuşunu ve batışını seyretmeye doyamazsınız. Güneşe bakışı, coğrafyası, gelen güneş ışınlarını yansıtışı başkadır oraların. Bu şanslı yerlerden biri de Ahlat’tır. Güneş bir başka doğar Ahlat’ta, Süphan ve Nemrut’a sırtını dayamış, Van Gölü’nün kuzeybatı sahillerinde uzanan zümrüt yeşili bu kent, sabahın ilk ışıklarındaki bereketten payını almak için acele eder. Rızıkların dağıtıldığı andır bu an. Bu anı yakalamak her kula nasip olmasa gerek…
Bir gün yolunuz Ahlat’a düşerse - ki mutlaka düşürün. Çünkü Ahlat’ı görmeden ölürseniz gözünüz açık gidersiniz.- size tarif edeceğim yolları takip ederseniz, bir çok tarihî ve doğal güzelliklerini görmüş olursunuz.
Tekne, bot veya vapurla gezintiye çıkıp Van Gölü’nün lacivert sularından, sahil boyunca tarih ve doğanın mükemmel bir şekilde kucaklaştığı zümrüt yeşili kenti seyretme ayrıcalığını yaşayın. Bütün bunları yaparken zamanı durdurmayı ve anı ölümsüzleştirmeyi unutmayın. Çocuklarınıza ve torunlarınıza bırakacağınız en güzel mirası buldunuz demektir. Süphan’ı, Nemrut’u ve arasındaki güzel kenti gördükten sonra vapurunuzu limana çekin. İskeleden bu büyülü şehre ilk adımınızı atın. Yere basarken korkmayın, toprağı şefkatlidir. Tarih boyunca nice insanı bağrına bastı, sahiplendi, hiçbirini ayırmadı. Her birini kendi evladı gibi bildi. Hammaddelerinin kendisinden olduğunu biliyordu. Dünyanın öbür ucundan da gelseler, misafirperverliğini gösterip baş tacı etti. Onlar da bu ilgi karşısında kendilerini Ahlatlı saydılar. Yıllardır buradalar. Gitmeye de hiç niyetleri yok.
Karaya ilk adımınızı attığınızda başınızı kaldırın ve kentin kuzeydoğu sırtlarına doğru bakın. Orada yeşillikler içinde bir türbe göreceksiniz. Abdurrahman Gazi’nin türbesidir burası. Kente hakim bir tepede Ahlat’ın manevi bekçiliğini yapmaktadır. Onunla beraber Ahlat’ta yatan daha nice evliya vardır.
Tunus Mahallesinden geçip tepeye tırmanmaya başladıktan on, on beş dakika sonra türbenin olduğu yere varırsınız. Nefes darlığı çekiyorsanız arabanızla da çıkabilirsiniz. Arabanızı park etmek için düzenlenmiş alanlar, oturup dinlenebileceğiniz mesire yerleri, Ahlat Belediyesi tarafından düzenlenerek halkın hizmetine sunulmuştur. Türbeye vardığınızda selam verip bir Fatiha okuyunuz. Usuldendir, orda mukim olan bir zatın makamına ziyarete gelmişsiniz. Ziyaretiniz sırasında gördüklerinizi hafızanıza almanın yanında defterinize de kaydetmeyi unutmayınız. Bilirsiniz, en soluk mürekkep en güçlü hafızadan daha kuvvetlidir. Türbenin yanıbaşında bir bilgi levhası vardır. Onu okumadan geçmeyiniz. O levhada, türbede yatan zatın, iki cihan serveri yüce peygamberimizin sancaktarı olduğu, İslâm ordularının Anadolu’yu fethettikleri dönemde Arabistan’dan buralara kadar geldiğini ve burada şehit düştüğünü ve adının Abdurrahman Gazi olduğunu öğreneceksiniz.
İki rekât ziyaret namazı kılmak isterseniz, abdest alma yerleri ve türbenin yanıbaşındaki cami müsaittir. Bu arada Türbenin yakın bir tarihte yapıldığını göreceksiniz. Türbeyi yapan ustaya –Tahsin Kalender’e- da dua etmeyi unutmayınız. Her fani gibi onun da duaya ihtiyacı vardır. Üstelik bunu fazlasıyla hak etmiştir. Ahlat’ta yetişen sanatkârların günümüzdeki temsilcisidir.
Abdurrahman Gazi ile vedalaştıktan sonra yine kentin kuzeyinde Ergezen Mahallesinin üst tarafında Malazgirt yolu kenarında Kayı Mezarlığı’nı ziyaret ediniz. Büyük bir cihan imparatorluğu kuran Osmanlının ataları bur mezarlıkta yatmaktadır. Ertuğrul Gazi’nin beşiği bu topraklarda sallanmış, Nizam-ı Alem ve İlayı Kelimetullah için dünyanın dört bir yanına hak ve adalet götürenler feyizlerini bu topraklardan almışlardır. Onlar için içinizden gelerek bir Fatiha okumak boynunuzun borcudur. Ziyaretiniz sırasında, mezarlık içinde bulunan, Ahlat’ın en süslü kümbeti – Erzan Hatun Kümbeti- içinde yatan Erzan Hatun’a ve yanındaki şeyh Necmettin Kümbeti’nin içinde yatan Şeyhe de selam vermeyi unutmayınız.
Malazgirt yoluna girmişken ileri doğru devam edin Merdan Baba türbesini görün, Malazgirt ovasını gezin, 1071’deki havayı yeniden teneffüs edin diyeceğim ama zamanınız yetmez. Sonra kendinizi coğrafyanın havasına kaptırır savaşı yeniden yaşarsınız. Sultan Alpaslan’ın Ahlat’taki karargâhından kalkıp Malazgirt ovasına gider, elli bin kişi ile Bizans’ın iki yüz bin kişilik ordusunu dağıtırsınız. Bu arada yorulursunuz Ahlat’ın görülmesi gereken diğer yerlerini görme imkânınız olmaz. İyisi mi siz, Osmanlının ceddine adabınca veda edip İkikubbe Mahallesine geçiniz.
Selçuklu Mahallesini geride bırakıp iki kubbe mahallesine girdiğinizde yolun sağında ve solunda yer alan birçok kümbet göreceksiniz. Sizi ilk karşılayan çifte kümbetler olacaktır. Mahalleye adını veren bu iki kümbetten biri Bagatay Aka’ya, diğeri Hüseyin Timur’a aittir. Bunlar da kim diye sormayın. Yolunuzun üzerinde daha birçok tarihi eser var. Her biri hakkında bir kaç paragraf yazacak olsam kitap olur. Siz o bilgileri Ahlat’la ilgili sitelerde bulabilirsiniz.
Çifte kümbetleri inceledikten sonra yolunuza devam edin. İki yüz–üç yüz metre sonra sağ tarafınıza bakın. Kâşif Kümbeti, duruşu ile sizi mutlaka etkileyecektir. Bir yüz metre daha yürüyünce yine yolun sağında Emir Ali Kümbeti ile karşılaşacaksınız. Mimari tarzı diğer kümbetlerden farklıdır. Karşısındaki Dede Maksut Türbesi ile bir bütünlük sağlamıştır. Yolun iki yanını tutmuş, gelen giden yolcuları selamlamaktadırlar. Onları geride bıraktığınızda sizi, Merhum Zekeriya DEĞENEK’in bahçesi içersindeki anonim kümbet, sonra ondan biraz ileride İkikubbe Camisinin yanındaki Mirza Bey Kümbeti karşılar. Yürümeye devam edin. Tahtısüleyman Mahallesi yol ayrımına geldiğinizde Bayındır Kümbeti’ni ve mescidini göreceksiniz. Pencereli kümbet de denir bu esere. Dünyada bir tek benzeri var o da Azerbaycan’ın Bakü’den sonra ikinci büyük şehri olan Gence’dedir. Aynı usta tarafından yapılmıştır.
Bayındır mescidinden kıble yönüne bakarsanız ileride Ahlat Selçuklu Mezarlığını görürsünüz.. 13. yüzyıla ait mezar taşları, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hâlâ bütün ihtişamları ile dimdik ayaktadırlar. Tarihe şahitlik eden bu mezar taşlarının her biri bir belgedir. Anadolu’ya hakimiyetimizin, ona sahipliğimizin bir belgesi. Orhun Abideleri’nin Anadolu’daki uzantılarıdır bu taşlar. Ahlat’ın, Türkiye’nin tapu senedi olma özelliği burdan gelir. Boyları üç dört metreyi bulan taşlara kazınan yazılara, çizilen resim ve motiflere bakarak devrin ekonomisi, sanatı ve edebiyatı hakkında geniş bilgi edinmek mümkündür. Mezar taşları dedim de aklınıza üç beş taş gelmesin. Yüzlerce, binlerce mezar taşı. Gece görürseniz, Bizans ordusunu dağıtan Selçuklu ordusunun askerleri zannedersiniz.
Bayındır Mescidi’nin kuzeyinde Ulu Caminin kalıntıları vardır. Bu kalıntıların üzerinde daha önce Bayındır İlkokulunun binası vardı. Okul binası yıkıldı yapılan kazılarda devrin, Ahlat’taki en büyük camisinin kalıntıları çıktı. Burayı merkez alıp bir kilometre çaplı bir daire çizerseniz bu dairenin içinde iki hamam kalıntısı, Mağaralar, eski ahlat kalesinin sur kalıntıları, iki köprü, Ahlat’ın eski yerleşim yeri olan Harabeşehir yer alır. Bu bölgede yapılan kazılar devam ettikçe yer altındaki eserler gün yüzüne çıkarılacak, bizler de onları görme imkânı bulacağız. Benim size sözünü ettiğim eserler bugün yer üstüne çıkarılmış eserlerdir. Belki bu bölgede toprak altında onlarca eser mevcuttur. Nasip olursa bir dahaki gelişinizde yeni eserler de görürsünüz. Buraları da gezip gördükten ve kayıt altına aldıktan sonra Tahtısüleyman Mahallesine geçebilirsiniz. Gözünüze ilk çarpacak eser Hasan Padişah kümbeti olacaktır. Yanında yarım bir kümbet ve mezarlar vardır. Bu mahalleye gelmişken Sultan Seyit’i ve Ahlat’ın en eski yerleşim yerlerinden olan Madavans’ı görmeyi unutmayınız. Geri dönmeden önce yolunuza devam ederek Kacer ve Kırklar mahallelerini de görmenizde fayda vardır. Kırklar Mahallesi Ahlat’ın merkeze en uzak mahallesidir. Bu bölgeye yakın yerlerde güzel mesire yerleri vardır. Yorulduysanız ve acıktıysanız, Abdulkadir AYDOĞDU’nun alabalık çiftliğinde mola verebilir, karnınızı doyurabilirsiniz.
Karnınızı doyurup yeteri kadar dinlendiyseniz sıra Ahlat Selçuklu Müzesi’ni gezmeye gelmiştir. Ahlat ve çevresinde yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin sergilendiği müze çok büyük olmasa da şimdilik idare etmektedir. Müzeyi gezerken mutlaka Van Gölü’ne doğru bakmışsınız ve Ahlat’taki kümbetlerin en büyüğü dikkatinizi çekmiştir. Gördüğünüz, Ulu Kümbet’tir; diğer adıyla Usta-Şagirt Kümbeti. Yakından bakarsanız büyük bir sanatkârın, sanatını nasıl konuşturduğunu, taşların nasıl dile geldiğini görürsünüz. Bu eşsiz eserden birkaç kare fotoğraf alın.
Müzeden ayrılınca gideceğiniz en yakın yer Kale Mahallesi olacaktır. Sahil Kalesi de denen bu kale Osmanlılar döneminde yapılmıştır. Van Gölü’nün kıyısına oturtulmuş iç içe iki kaleden oluşmuştur. İçersinde Kadı Mahmut Camii, İskender Paşa Camii, hamam ve saray kalıntıları vardır. Hamamda yıkanamazsınız ama kaynağını Süphan Dağı’ndan alan sularından kana kana içebilirsiniz. Hatta güzel bir abdest aldıktan sonra camilerde namaz kılabilir, bu eserleri vücuda getirenlerin ve onlara adını verenlerin ruhuna birer Fatiha okuyabilirsiniz.
Vaktiniz ve enerjiniz kaldıysa Yamlar Mahallesindeki Kuş Cenneti’ni de görmeniz faydalı olacaktır. Yeni Köprü Köyü ile Yamlar Mahallesi arasında Ahlat-Tatvan karayolunun Van Gölü’nden kopardığı bir parça, bir çok kuş türünü barındıran doğal bir sazlıktır. Tatlı su kaynakları ile beslenen sazlığın oluşmasında insanların pek katkısı olduğunu sanmıyorum. Yıllarca kamış kesenlerle avcılardan başkasının dikkatini çekmeyen bu sazlığa kuşları da kimse davet etmemiş, her şey doğal seyri içersinde kendiliğinden oluşmuştur. Tür yönünden Manyas Kuş Cenneti kadar zengin olmasa da göç ederken Ahlat’a uğrayan kuşların dinlendikleri bir mekândır. Yerleşik sakinleri de az değildir. Aklınızın bir kenarına burayı da kaydedin. Zaman zaman Ahlat Kuş Cenneti olarak hatırlarsınız.
Tamamını olmasa da Ahlat’ın bir çok yerini gezip gördünüz. Eğer Ahlat Kaymakamlığı’nın sınavla seçip görevlendirdiği İlköğretim okulu öğrencisi turist rehberleriyle dolaşsaydınız, daha çok eser görecek ve bu eserler hakkında teferruatlı bilgi alabilecektiniz. Benimle dolaştığınız için bu kadarla yetinmek durumundasınız. Kayak merkezi’ni, Nemrut Krater Gölü’nü, Nazik Gölü’nü, Baba ve Sultan türbeleri’ni, sahildeki plajları ve hemen yakınımızdaki Adilcevaz İlçesinin güzelliklerini görmek istiyorsanız Ahlat’ta birkaç gün konaklamanız lazımdır. Konaklayacak yer var mı diye merak etmeyin. Turistik otellerimiz, misafirhanelerimiz vardır. Açıkta kalmazsınız. Yer bulamam diye endişe etmeyin. Karşınıza çıkan ilk evin kapısını çalın ve tanrı misafiri olduğunuzu söyleyin. Ahlatlılar misafirperverdirler yiyecek ekmeklerini sizinle paylaşmaktan onur duyarlar. Siz bir iki lokma peynir ekmeğe razı olsanız da ev sahipleri sofranızı Ahlat’a özgü yemeklerle donatmayı bir görev addederler. Ahlat’ta ne tür yemekler yapılır diye merak ediyorsanız bir başka yazıyı beklemelisiniz Zengin Ahlat mutfağını bir iki paragrafa sıkıştırıp fakirleştirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum.
Gezi sırasında kafanızda bir takım sorular oluştuğunu biliyorum. Kırmızı, beyaz, kahverengi ve siyah taşlardan yapılmış evler gördünüz. Hepsinin tarihi yapılar olduğunu zannettiniz. Değildir yapıların çoğu yenidir. Eski yapı kültürü devam ettiğinden bugün yapılan yapılar da eskilerine benzemektedir. Yapılarda kullanılan taşlar Ahlat taş ocaklarından çıkarılmaktadır. Sadece Ahlat’ta değil çevre illerde de bir çok yapı, Ahlat taşından yapılmıştır. Bakarsınız bir gün taş, çakıl, kum ve pomza ocaklarını da beraber gezeriz.
Evlerin içinde bulunduğu geniş bahçeler ve bu bahçelerde yetiştirilen meyve ve sebzeler de dikkatinizi çekmiştir. Ceviz, elma, armut, kayısı, vişne, kiraz, dut, ayva, ayça, erik gibi meyve ağaçların her evin bahçesinde olduğunu gördünüz. Selam verdiğinizde bahçe sahibinin ikram ettiği meyveleri tattınız. Bahçenin yola bakan duvarı üzerine konulmuş punik (çubuktan örülmüş küçük sepet) teki meyveleri mi merak ettiniz. Onlar, yoldan gelip geçenlerin göz hakkıdır. Helaldir yiyebilirsiniz.
Ahlat’tan ayrılmadan önce Ahlat bastoncularına uğrayıp hediyelik ceviz baston almayı da unutmayınız. Bir hatıra olarak saklar veya sevdiklerinize hediye edersiniz.
Gezinizin sonunda şöyle bir cümleyi mırıldanacağınızdan eminim: Hükmettiği coğrafyada vücuda getirdiği bütün eserler kaybolsa, sadece Ahlat’takiler kalsa bile Selçuklu Medeniyetinin sanat, kültür, edebiyat, siyaset ve ticarette hangi safhalardan geçtiğini ve ulaştığı zirveyi görebilirsiniz.