Ben,
Altaylardan başlayan; Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’nin, İlay-ı Kelimetullah Ülküsü’ne, Nizam-ı Alem Davası’na, Kızılelma’ya dönüşüp Viyana kapılarına dayandığı “Kutsal Yürüyüş’ün ilk durağıyım.
Ben,
İslâm dünyasında taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamaya ahdetmiş; Müslüman Türk’ü, kapısına dayandığı Anadolu topraklarından uzaklaştırıp, geldiği Orta Asya bozkırlarına geri göndermek isteyen iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu, elli bin Alperenle bozguna uğratan Türk’ün Yüce Başbuğu, Sultan Alparslan’a, karargâhlık yapmış mübarek bir beldeyim.
Ben,
Türk’ün seçtiği yeni yurdun, “Anadolu’nun Kapısı” olmuşum. Gelen, Türkmen göçlerini karşılamış, onlara ev sahipliği yapmışım. Daha sonra Anadolu’nun dört bir yanına, hatta adımı unutmamaları şartıyla Şam’a, Halep’e, Kahire gibi uzak diyarlara yolcu etmişim. Oralarda adıma mahalleler kurdurtmuşum.
Ben,
“Yesevî Dergâhı”ından feyz alan Erenlerin, Anadolu”da ilk Türk-İslâm mührünü vurdukları yerim. Bir zamanlar İslâm dünyasındaki üç ilim merkezinden biri olmuşum. Bütün dünyayı ilmin nuru ile aydınlatmış, adıma, “Kubbet-ül İslâm” dedirtmişim.
Ben,
Sırtımı Süphan ve Nemrut dağlarına dayamış, yüzümü kıbleye, Kabe’ye, mukaddes topraklara çevirmişim. Dünyayı atlarının nallarıyla mühürleyip üç kıta yedi denize hükmeden, gittiği her yere hak ve adalet götüren, mazlum milletlerin gözyaşını dindiren, zalime zulmünü icra edecek saha bırakmayan, mazlumun hamisi, zalimin korkulu rüyası olagelmiş bir dünya devletinin kurucularına hayat vermişim. Bağrıma basmışım. Onların beşiğini sallamış, “Ata Yurdu” unvanını almışım..
Ben,
İlay-ı Kelimetullah uğruna yola çıkıp topraklarımda şehit düşen, İki Cihan Serveri’nin sancaktarı Abdurrahman Gazi gibi binlerce şühedayı topraklarımla buluşturmuş, “Şehitler Diyarı” “Evliyalar Yatağı” olmuşum.
Ben,
Ustalarımın, taşı dantela gibi işledikleri maharetli ellerinde şekil bulan cami, kümbet, köprü, han, hamam, kale, kervansaray, aş evi, şifahane ve mezar taşları gibi emsalsiz eserlerimi yüzlerce yıldır üzerimde taşıyıp günümüze kadar getirmiş, “Türkiye’nin Tapu Senedi” olmayı hak etmişim.
Ben,
Şimdi, üzerimde taşıdığım mirastan bihaber, hayırsız, vefasız, ülküsüz evlatlarımın gözünün içine bakıyorum. Bir şeyler söylemek istiyorum, beceremiyorum. Söyleyeceklerim boğazıma düğümleniyor, yutkunamıyorum. Estetik zevkten mahrum, çağımızın betonsever sanat yoksunlarının istilasına uğramış can çekişiyorum. Eski kudret ve azametimi gözümün önüne getiriyor, yardım istemeyi gururuma yediremiyorum. Geçmişimi özlüyorum. Geleceğime, evlatlarımın geleceğine ağlıyorum.
Ben kim miyim?
Şöyle, kesilen birkaç asırlık bir ceviz ağacının kütüğüne çömelerek oturun, dirseklerinizi dizinize dayayın, başınızı iki elinizin arasına alın ve düşünün.
Geçmişinizi düşünün…
Bu gününüzü düşünün…
Geleceğinizi düşünün…
Ve içinizden derin bir “Ah” çekin; “lat”, nasıl olsa peşinden gelecek; duyanlar,
Ahlat! diyecektir.
Belki bu ses, devletin zirvesinde yankı bulacak, “Orhun Abideleri”ni ihya eden “Gönül Eri”, Anadolu’daki Orhun Abidelerini de sahipsiz bırakmayacaktır.