~~Tek başına hayatını idame ettiremeyen insanoğlu, obalar, köyler, kasabalar ve şehirler kurarak birlikte yaşama yolunu seçmiştir. Aslında başka şansı da yoktu, kendisini buna mecbur hissetmiştir. Beslenme, barınma, güvenlik, ulaşım, eğitim, sağlık derken ihtiyaçlar çoğalmış, topluluk halinde yaşamanın gereği olarak uyulması gereken bir takım kurallar ortaya çıkmıştır.
İlk zamanlar hakim olan sözlü kurallar, töre, gelenek,örf, adet, günah, ayıp gibi kavramlarla toplumda karşılık bulmuş daha sonra yine kaynağını bu kavramlardan alan yazılı kurallar oluşturulmuştur. Kanun, tüzük, yönetmelik, talimatname, sözleşme vb. yazılı metinlerle toplumda düzen sağlanmaya çalışılmıştır. Üzerinden zaman geçtikçe eskiyen, toplumsal gelişmelerin gerisinde kalıp ihtiyaçlara cevap veremeyen kanunlar yeniden ele alınarak ya düzeltmeler yapılmış ya da tamamen ortadan kaldırılmıştır. İşlevini yitirdiği halde kaldırılamayan veya değiştirilemeyen kanunlar olduğu gibi, ihtiyaç duyulduğu halde kanun haline getirilemeyen düşünceler de vardır.
Toplumun düzenin sağlamak, olaylar karşısında haklı ve haksızı belirlemek, güçsüzleri, hak tanımayan güçlülere ezdirmemek için çeşitli teşkilatlar kurulmuştur. Güçlerini kanunlardan alan yöneticiler toplumda adaleti sağlamada büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Güç ve adalet uyumlu çalışınca topluma huzur ve barış hakim olmuştur.
Zaman zaman, adalete dayanmayan güç zalimleşmiş; güce dayanmayan adalet ise aciz kalmıştır. Hatta kanunları yapan güçlülerin, yaptıkları kanunlarda kendilerini koruma altına aldıkları da görülmüştür. Bunun yanında kanun yapanların iyi niyetli olmalarına rağmen, yaptıkları kanunların açığını bulan birilerinin, kanunu istismar etme yoluna gittikleri de olmuştur.
Belli bir yaşın üstündekiler hatırlarlar: Bir zamanlar emekli olacak memura ikamet edeceği yere göre yolluk ödenirdi. Emekli olduğu yerle, yeni yerleşeceği yer arasındaki mesafe ne kadar uzun olursa o kadar çok yolluk alırdı.
Her ne hikmetse, Hakkâri’de emekli olan memur Edirne’ye; Kars’ta emekli olan memur Muğla’ya yerleşeceğini beyan ederdi. Böylece yüklü bir yolluk alırdı. Aslında emekliye ayrıldığı yerden ayrılmaz, ikamet edeceği yerde gösterdiği bankadan birkaç ay maaş aldıktan sonra, maaşını da eski yerine naklettirirdi. Tayin veya emeklilik sırasında evini taşımadığı halde, nakliyecilerden aldığı naylon faturalarla taşımış gibi gösterip, nakliyecileri de bu işe ortak ederdi. Bu yola başvurmayan memurlar, tabir caizse “enayi” muamelesi görürdü.
Hatta kendini daha akıllı ve gözü açık sananlar, emekliliğe karar verdikten sonra, çalıştığı yerden uzak bir yere tayin ister, yüklü bir yolluk alır; yeni görev yerinde bir süre çalıştıktan sonra eski yerini ikamet olarak gösterip emeklilik isterdi. Böylece iki defa yüklü yolluk alabilirdi. Bu sırada devlet de bir sürü bürokratik işlemle uğraşırdı.
Yıllar sonra devlet bu uygulamaya bir son verdi. Emekli olan memurun, yer değiştirip değiştirmediğine bakmaksızın belli bir katsayıya göre yolluk ödemesi yaptı. Ondan sonra da Hakkâri’de emekli olan, Edirne’ye; Kars’ta emekli olan Muğla’ya yerleşmekten vazgeçti. Devlet de bir sürü bürokratik işlem yapmaktan kurtuldu.İçlerine sinmese de böyle bir yola başvuran memurlar da vicdanen rahat ettiler. Bile bile kanunu istismar etmenin verdiği rahatsızlıktan kurtuldular.
Demek ki bazı kanun ve yönetmelikler, iyi niyetle hazırlanmış olsalar bile bazen insanların yoldan çıkmasını, sahtekârlık yapmasını, yalan-dolana başvurmasını engelleyemediği gibi bu yollara yönelmesine sebep olabiliyor.
En iyisi biz, darısı yürürlükteki benzer kanunların başına deyip; kanun yapıcıların, insanları yalan-dolana, istismara, sahtekârlığa, yolsuzluğa yönelemeyeceği/yöneltmeyeceği kanunlar yapmalarını dileyelim.
Zaten elimizden başka ne gelir…