Dünyanın hemen her yerinde dağlara, denizlere, ovalara, ırmaklara, vadi ve göllere rastlarız. Bazı coğrafya parçaları bizim için hiçbir şey ifade etmezken bazıları iliklerimize kadar bütünleşir bizimle.
“Everest Tepesi” dendiğinde dünyanın en yüksek yeri, Himalayaların zirvesi gelir aklımıza. “Tanrı Dağı” ismi Türk Milletini heyecanlandırırken “Hira Dağı”, aynı inanç iklimindeki bir buçuk milyardan fazla insanın yüreğinde sevgi haleleri oluşturur. Çünkü bu yerler bir coğrafya parçası olmaktan çıkmış, bambaşka anlamlar yüklenmişlerdir. Bir nevi kutsallaşmış, vatan olmuşlardır. Zaten coğrafya parçasını vatan yapan bizim ona yüklediğimiz değerler değil midir?
Vatan denen toprakların her karışında, üzerinde yaşayan biz insanların hatıraları vardır. Alın terimiz, emeğimiz vardır. Kanımız vardır. Herhangi bir sebeple terk etmek zorunda kaldığımızda hasretini çekeriz. Gözümüz arkada kalır. Rüyalarımıza girer, hayallerimizi süsler. Her fırsatta yad eder, bir an önce kavuşmak için can atarız. Adına sıla deriz, ziyaretine “sıla-yı rahim.” Çünkü üzerinde yaşayan yakınlarımız vardır, dostlarımız, sevenlerimiz vardır bizi bekleyen; altında, bize bu cennet vatanı emanet eden ecdadımız.
Asırlar önce göç ettiğimiz topraklar için de aynı hisleri taşımıyor muyuz? Ötüken, Semerkant, Taşkent, Buhara ve Kafkas isimlerini duyunca heyecanlanmıyor muyuz? Orası bizim ata yurdumuz demiyor muyuz? Ya bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasına ne demeli… Bin yıl önce başlamadı mı bu coğrafyayı vatan yapma sevdamız. Malazgirt’te kapıyı açtık, Ahlat’ta mührümüzü vurduk. Kısa bir sürede atlarımızın nallarının değmediği yer kalmadı Anadolu’da. Üzerinde yaşayan herkesin emeği ile yoğruldu, vatan diye şekillendi hamuru.
Fırat’a, Aras’a, Kızılırmak’a türküler yaktık. Gözyaşımızı, acımızı gömdük delice akışlarına. Sevincimizi saldık coşkun dalgalarına. Sınırlarımızın ötesinde kalan kardeşlerimize selam gönderdik. Hasret giderdik durgun sularıyla. Çoruh’ta delirdik, Sakarya’da kıvrım kıvrım kıvrıldık. Meriç’le sınır çizip, Menderes’le bereket dağıttık susuz, çorak topraklara.
Ağrı ve Süphan’la direk vurduk gökkubbeye. Erciyes ve Uludağ’la konuk olduk semaya. Toroslar’la hat çektik dünyaya.
Keremle aştık, Ferhat’la deldik dağları; bir sevda uğruna. Nice efsaneler yaşadık, nice destanlar yazdık. Köroğlu olup mazlumun gözyaşını sildik, zalime dünyayı dar eyledik. Mevlana olduk: “Kim olursan ol yine gel” diyerek zirve yaptık hoşgörüde. Yunusla sevdik yaratılanı, yaratandan ötürü. Nasrettin Hoca’yla güldük, Dede Korkut’la adlandırdık obamızı, yurdumuzu.
Kışının soğuğunda titredik, yazının sıcağında terledik. Güzünün hüznünü, baharının sevincini yaşadık. Hıdırellez dedik, toprağının bereketini paylaştık, Nevruzla ortak olduk doğasının coşkusuna.
Gün geldi ayrık tohumları ekti birileri. Kıskandılar bu coğrafyanın güzel insanlarını. Temizlemesi güç oldu. Her defasında alıp götürdü bir yanımızı. Acılar ciğerimizi dağladı, yüreğimiz yandı.
Gün geldi, dört bir yandan üşüştüler üstümüze. Savuşturduk hepsini. Bedeller ödedik, Sarıkamış’ta; destanlar yazdık Çanakkale’de, Antep’te, Maraş’ta.
Mavi göklerde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızla haykırdık bütün dünyaya bu coğrafyanın sahibi olduğumuzu ve hep olacağımızı.
Ve şimdi diyoruz ki: Bu vatanın her karışı kutsaldır, her karışı birbirinden değerlidir bizim için… Ve her karışı olduğu gibi Bitlis’imiz de bir başka güzeldir… Adilcevaz, Güroymak, Mutki, Hizan, Tatvan bir başka güzeldir. Güzel ilimiz, bizim için bir coğrafya parçası olmaktan çıkmış, kendisiyle bütünleştiğimiz kutsal bir vatan olmuştur. Hele, Ahlat…
Anadolu’da Malazgirt, Konya, Bursa, Söğüt, İstanbul, Çanakkale, Samsun, Erzurum, Sivas, Ankara kendilerine yüklenen tarihî misyonları dolayısı ile önemli şehirlerimizdendirler.
Ancak Ahlat bir başka önemlidir. Bir başka değerlidir. Bin yıllık yurdumuzun, “Anadolu’nun Kapısı”dır. “Türkiye’nin Tapu Senedi”dir. “Ata Yurdu”dur. Bir zamanların bilim ve sanat merkezidir. “Kubbet-ül İslâm”ıdır. İmparatorluğumuzun temelini atanların, Anadolu’yu vatan yapanların ceddinin yattığı yerdir. Orhun’daki kitabelerin devamı Ahlat’tadır. Dünyadaki en büyük tarihî islâm mezarlığındaki her taş hafızamızdır bizim. . . Coğrafya parçasını vatan yapmak kadar ona sahip çıkmak da önemlidir Ben inanıyorum ki, kendisiyle bütünleştiğimiz ve adına vatan dediğimiz Türkiye’ye sahip çıkmanın yolu Ahlat’a sahip çıkmaktan geçer. Bugün kaderine terk edilmiş Ahlat’a sahip çıkma görevi sadece Ahlat’ta yaşayan insanların değil, başta devletimizi yönetenler olmak üzere bütün milletindir.
Anadolu’da yaşayan herkesin Ahlat’ta payı olduğu gibi, Ahlat’ın da onlar üzerinde hakkı vardır. Bu hak mutlaka ödenmelidir. Ahlat, tarihte olduğu gibi bugün de layık olduğu yere gelmelidir.