Duygu Ülkesinin Sultanı
"Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken..." diye başlatılan masalların boyasının aktığı bir âhir zamandayız. Zaman bu ya geçerken, geçmez sandıklarımızın da bir hayli ortasındayız. Elimizdeki ince belli tükenmez kalemin tam da bittiği yerdeyiz… Bakınız yüzyıllar, dönemler, asırlar kavgalarla ve mezhep çatışmalarıyla geçmiş. Bazılarımız seyirci, bazılarımız oyuncu olmayı yeğlerken, içimizden birileri de figüran olmakla yetinmiş bu hayat tiyatrosunda. Ama herkese bir rol biçilmiş ve o sahne izlenmiş. Biz âna odaklanıp şimdiyi yaşayarak kötülükten, kavgadan, gürültüden, en önemlisi sevgisizlikten uzaklaşıp fabrika ayarlarımıza geri dönebiliriz. Zira benim indimde sevgi, duygular ülkesinin sultanıdır. Muhabbet onun ikiz kardeşidir. Ülfet ise onların annesidir. Bu tavsifimi yıllar önce ilk defa anlamlandırdığım yer, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’in hayatında olmuştu: Çok sevdiği amcası, gözünün nûr’u Hz. Hamza, Mekke’de müşriklerin en zâlimlerinden Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in görevlendirdiği Vahşi tarafından Uhud Harbi’nde şehit edilmişti. Oysa Peygamberimizi çok iyi tanırdı o Vahşi. Aynı yerde yaşarlar, birbirlerini sürekli görürlerdi. İşte Hamza gibi bir gülü yetiştirip büyüten su, Vahşi gibi bir dikeni de büyütürdü. Su, büyütürken ayırt etmez. Öyle ki dikeni büyütürken gülü soldurur. Hz. Hamza, onun gönlünde bir gül idi. O gülün soldurulmasını bırakın, ona en ufak bir ezâ dokunması bile Sevgili Peygamberimizi derinden sarsmaya yetecekken Vahşi o gülü, Uhud Meydanı’nda soldurmuştu. Ama insan; kalbinde en çok sevgilerin en hakikisi olan, Allah sevgisine yer verip bütün sevgilerinde onun hoşnutluğunu gözetince, daha önce nefret beslediği kişileri dahi sevmeye başlayabilir. Hicret’ten sekiz yıl sonra Vahşi Müslüman olacak, Vahşi’yi her gördüğünde elinde olmadığı hâlde Hz. Hamza’nın şehadetine sebep olduğu için üzüntü duyduğunu fakat ona karşı içinde hiçbir nefret emaresinin olmadığını, biz yine Sevgili Peygamberimizin hâl dilinden anlayacaktık. Bu konuda üç merhale ile başarılı bir sevgi zinciri oluşacağına inandığımdan size o üç merhaleyi zikrederek devam ediyor ve şu an bu satırlarda yürüyen herkesten o merhaleler üzerinde şiddetli bir tefekkür rica ediyorum:
1)Allah’ı sevin.
2)Allah’ı çok sevin.
3) Allah‘ı her şeyden çok sevin.
Ben nerede miyim? Ben henüz birincideyim. Yaratıcım yardım buyurursa ikinciye talibim. Üçüncünün heyhûlası gecelerimi sarmakta o makama ulaşabilecek miyim beklemekteyim... Ya siz? Sona yaklaşırken önce kendimin sonra sizlerin insanlığına sesleniyor ve ‘’Korkmak yerine sevin. Kaçmak yerine sevin. Öfke ânında yine sevin.’’ diyorum. Çünkü sevgi her hâlin yerine girer ama hiçbir hâl sevginin yerine oturamaz. Zira insan denilen şu gayri meçhul varlığın tabiatı, sadece ama sadece sevgiye yenik düşer. Hülâsa, varmak istediğim konu şudur ki özümüze dönmeli ve ruhumuzun güzelliklerini keşfetmeliyiz. Biz, bu evrende yaşıyoruz ve dolayısıyla bu sonlu evrenin bir parçası olarak her bir varlığa karşı sorumluluklarımız bulunuyor. Biraz sevgiden, biraz nezâketten, biraz merhametten, biraz mâsumiyetten, biraz hoşgörüden, biraz anlayıştan, biraz hûsn-i zândan, biraz mûsikiden kimseye zarar gelmez a canlar!
Sevgi ile kalın…
MİZGİN TURAN