16 Ağustos’ta Ahlat’ı ziyaret eden Habertürk yazarı Negahan Alçı, 25 Ağustos’ta açılacak olan Ahlat Cumhurbaşkanlığı Köşkünü gezmiş ve biz Ahlatlıları gururlandıran aynı zamanda sevindiren bir yazı kaleme almıştır. Yazının tamamını heyecanla okudum. Ancak şu cümleler özellikle dikkatimi çekti.
“Peki Ahlat’ta bir Külliye gerekli miydi? Bu fuzuli bir kamu harcaması değil mi?Açıkçası bu seyahate çıkarken ben de kendime bu soruyu soruyordum ve olumsuz cevap verme eğilimindeydim. Gördüklerimden sonra çok net olarak şunu söyleyebilirim: Buraya böyle bir devlet konuk evi inşa etmek kesinlikle doğru karar.”
Evet bu cümleler her şeyi anlatıyor. Aydınlarımız, devlet adamlarımız, siyasilerimiz Ahlat’ı tanımıyorlar. Ahlat’ın sıradan bir coğrafya parçası olduğunu zannediyorlar. Halbuki, sizin için evinizin tapusu ne ise, Türkiye Cumhuriyeti için de Ahlat odur. “Ahlat Türkiye’nin Tapu Senedidir.” Ahlat’ta Cumhurbaşkanlığı Köşkü yapılması, ülkemizin, göz göre göre ayağımızın altından kayıp gitmemesi için sağlam bir zemine oturtulmasıdır, ama nerde bunu anlayacak basiret sahipleri. O kadar az ki…
Nagehan Hanım, Ahlat Cumhurbaşkanlığı Köşkü ile ilgili yazdıklarından dolayı, bir kısım medya mensubu tarafından eleştirildi. Yandaşlıkla suçlandı. Kendisi bu eleştirilere gereken cevap verirken kullandığı şu cümle de çok önemli:
“Bir zamanlar dünya medeniyetlerinin beşiklerinden biri olan ama yıllar önce üzerine ölü toprağı atılmış bir kültür hazinesinin oksijen borusu olarak gördüm ben o yapıyı.”
Basınımızı yakından tanıyanlar bu tür eleştirilere gülüp geçerler. Ben de öyle yaptım, Nagehan Hanıma yapılan haksız eleştirilere gülüp geçtim. Çünkü, aklı başında bir Türk vatandaşının, Ahlat’ta yapılan ve yapılacak olan bu tür hizmetleri ayakta alkışlaması lazım. Tabi milli bir ruh taşıyorsa.
Sayın Alçı’ya, bizi heyecanlandıran ve sevindiren bu güzel yazısından dolayı teşekkür ediyorum. Kendisine saygılarımı sunuyor ve yazısının bazı bölümlerini sizlerle paylaşıyorum.
Bilal Erdoğan ile Ahlat notları
Nagehan Alçı
Cuma sabahı 5’te, saat 7’de kalkacak Van uçağına yetişmek için evden çıktım.
Okçular Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Bilal Erdoğan ve vakfın başkanı Ali Haydar Yıldız, içlerinde İçişleri Bakan Yardımcısı Muhterem İnce, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alparslan, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı İhsan Selim Baydaş’ın da olduğu küçük bir ekiple dar bir gazeteci grubunu Ahlat’a davet etmişti.
Haftalardır konuşulan ve merak edilen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin 25 Ağustos’ta yapılacak açılışından 11 gün önce ilk kez biz içeriye girecektik.
Bu vesileyle Van-Ahlat- Malazgirt üçgeninde çok uzun ve unutulmaz bir gün geçirdim.
…
Ahlat’taki Külliye Van Gölü’nün üzerinde müthiş bir konumda yer alıyor.
Çok büyük algısı yaratmayan ama etkileyici bir yapı.
İçeri girince bir koridor ve hemen arkasında insanın nefesini kesen bir göl manzarasına açılan bir teras…
Yanlış anlaşılmasın, nefes kesen bir ihtişamdan bahsetmiyorum.
Aksine sade, bilinçli bir tevazunun hakim olduğu bir yapı görkemini tabiattan alan bir güzelliğe açılıyor.
Masmavi suları ile ışıl ışıl Van Gölü ayaklarınızın altında…
İnsanın tüylerinin ürpermemesi imkansız…
Terasın sütunlarına Selçuklu mezar taşlarının iki replikası konmuş.
Aşağı inince büyük sergi ve toplantı salonu çıkıyor karşınıza.
Karşılıklı duvarlar tarihteki Türk devletlerini simgeleyen kapılara açılıyor.
Kapıların arkasında her bir devlet için sembolik birer bölüm olacakmış.
Salon ise müze ve etkinlik alanı olarak kullanılacak.
…
Binanın iki farklı konumunda birbirine eş iki ünite hazırlanmış.
Biri Cumhurbaşkanı ve ailesi, diğeri de konuk bir devlet başkanı geldiğinde ağırlamak için.
Sade ama şık bir daire denebilecek bir alan burası.
Bir saray şatafatından ve gösterişten eser yok.
…
Ben son derece mütevazı buldum Ahlat’taki binayı…
Büyük şair Yahya Kemal’in tabiriyle ihtişamı sadeliğinde mahfuz bir eser bu.
Peki Ahlat’ta bir Külliye gerekli miydi? Bu fuzuli bir kamu harcaması değil mi?
Açıkçası bu seyahate çıkarken ben de kendime bu soruyu soruyordum ve olumsuz cevap verme eğilimindeydim.
Gördüklerimden sonra çok net olarak şunu söyleyebilirim: Buraya böyle bir devlet konuk evi inşa etmek kesinlikle doğru karar.
Bu bina ile birlikte Ahlat turizmi kesinlikle canlanacak ve o bölgeye bir iktisadi hareketlenme gelecek.
Memleketimizde büyük bir kültür mirasına ev sahipliği yapan ama adeta unutulmuş bir coğrafya ortaya çıkacak, hatırlanacak.
1,5 sene gibi kısa bir sürede tamamlanan ve 39 bin metrekarelik bir alanın üzerine inşa edilen Külliye’nin belli kısımları ziyarete açık olacakmış.
Yılda en az bir kez valiler toplantısı burada yapılacak ve bazı devlet başkanları da burada ağırlanacakmış.
Yani Ahlat, Türkiye’nin görünen bir yüzü haline gelecek.
Bunu neden bu kadar önemsediğimi Şehitler Mezarlığı ile ilgili kısmı okuyunca daha iyi anlayacaksınız…
…
Bu vesile ile yolum ilk kez Ahlat’a düştü.
Bu kasabanın ne denli önemli bir kültür mirasına ev sahipliği yaptığını bilmiyordum.
Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı'ndan bihaberdim.
Halbuki şehrin ortasında bin yıllık, yaklaşık 12 bin mezara ev sahipliği yapan dev bir kültür mirası yatıyor!
Dünyanın en büyük Türk-İslam kabristanı burası.
Biz Türklerin Anadolu’ya geldiği 1071’den bu yana yaklaşık 1000 yıl öncesinden başlayarak farklı dönemlerde inşa edilen ve üzerlerinde birçok yazı ve simge bulunan şehit, kadı ve eren mezarlarının 8000 kadarı tespit edilebilmiş.
İnsanın böyle bir tarihsel miras ve bu tarihin bu denli canlı bir şekilde ayakta olması karşısında nutku tutuluyor!
Fakat acı olan şu:
Kendi topraklarımız üzerinde bulunan böylesine önemli bir tarih mirası 2010 yılında Tayyip Erdoğan Başbakan iken gelip ziyaret edene kadar adeta mezbelelikmiş.
Restorasyon ve bakım çalışmaları Erdoğan’ın talimatı ile 2011'de hız kazanmış.
Buraya ayrılan doğru dürüst bir bütçe dahi yokmuş.
9 yıl önce başlayan çalışmalar ile mezar taşlarının üzerinde biriken yosunlar temizlenmiş, taşlar ortaya çıkarılmış. Çalışmalar halen sürüyor.
Ancak bize bilgi veren Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mehmet Kulaz’a göre bazı taşlar maalesef kayıp.
Zira tarihini tam tespit edememekle birlikte 1950’ler ya da 60’larda bu mezarlığın ortasından bir yol geçirmişler. Yola denk gelen yerdeki mezar taşlarını da kaldırıp atmışlar!
1000 yıllık tarihimize zaiyat muamelesi yapmak hangi akılla izah edilebilir bilmiyorum ancak maalesef Türkiye Cumhuriyeti tarihi böyle yanlış icraatlarla dolu.
Aklıma Diyarbakır surlarının belli kısımlarının şehir rüzgar alsın diye yıkılması geliyor…
Ahlat-Selçuklu Meydan Mezarlığı’nın dünya kültür mirasına girip girmemesi ile ilgili bir teşebbüs olup olmadığını sordum. Varmış.
2000’de başvuru yapılmış 2022’de yeniden değerlendirme yapılacakmış...
O zamana kadar çalışmalar sürüyor…
Şayet burası dünya kültür mirası listesine alınırsa bundan 1000 yıl önce nüfusu 300.000 olan ve dünyanın en kalabalık merkezlerinden biri kabul edilen, bugün ise kendi memleketinde bile unutulmuş, 20-30 bin nüfuslu yorgun bir kasabadan fazlası olmayan Ahlat’a adeta hayat öpücüğü verilmiş olur, dünya çapında tanınan, Türkiye’nin manevi olarak önemli merkezlerinden biri haline gelir…