Yıl 1071; aylardan Ağustos, günlerden Cumaydı. Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresinin kilometre taşlarından biri daha döşenecekti. Kızılelma yolculuğunda bir menzil daha alınacaktı. Bizans’la, Selçuklu savaş meydanında kozlarını paylaşacak, ya haç ya da hilal yükselecekti. Gerçi Hilal her zaman yükseklerdeydi. Başını kaldırıp gökyüzüne bakanlar hep hilali görüyorlardı. Gökyüzündeki hilali indirmeye gücü yetmeyen Bizans, hilalin yeryüzündeki hakimiyetine son vermek için gelmişti.
İki yüz bini aşkın askerden oluşan ordu devrin en ağır silahları ile donatılmıştı. Başlarındaki mağrur komutan Diyojen, Anadolu kapılarını dövmeye başlayan Türk dalgalarını kırmak. Türleri geldikleri Asya bozkırlarına göndermek istiyordu.
Savaşı kazanacağından emindi, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayacaktı. Selçuklu’nun en güzel şehirlerinde kışı geçirmeyi planlıyordu.
Sultan Alparslan, bir anlaşmaya varmak, kan dökülmesini önlemek için kendisine elçi göndermişti. Diyojen, elçiye: “İsfahan mı güzel, Hamedan mı?” diye sormuştu. “İsfahan daha güzeldir.” cevabını alınca, “Öyleyse biz İsfahan’da, atlarımız da Hamedan’da kışlar.” diye karşılık vermişti.
Büyük Sultanın elçisi Savtekin’in: “Atlarınızın Hamedan’da kışlayacağını bilirim de, sizin nerede kışlayacağınızı bilemem.” sözü üzerine çılgına dönmüş, bir an önce savaşın başlamasını istemişti. Savaş bir an önce başlamalıydı ki hayalini kurduğu büyük zafere kavuşsun, Bizans sarayındaki tahtını sağlama alsındı.
Savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Alparslan, karargâhını kurduğu Ahlat’ta hazırlığını tamamlamış, askerini motive etmiş, yaradanına sığınarak yola çıkmıştı.
İki ordu, Malazgirt Ovası’nda karşı karşıya gelmişlerdi. Savaş uzun sürmemiş, Bizans ordusu büyük bir bozguna uğramıştı. Diyojen esir edilmiş, Sultan’ın huzuruna çıkarılmıştı. İşkence edilerek öldürüleceğini sanan Diyojen, Sultan tarafından serbest bırakılmış, korumalar eşliğinde memleketine gönderilmişti. Alpaslan’dan beklediği ama göremediği muameleyi kendi ülkesinde görmüş, gözlerine mil çekilerek zindana atılmıştı.
Malazgirt Zaferiyle beraber Anadolu kapıları Türklere açılmış, akın akın gelen Türk boyları yeni yurtlarına yerleşmeye başlamışlardı. İlk durakları günün cazibe merkezi olan Ahlat’tı. Kısa sürede nüfusu üç yüz bini aşan Ahlat, büyük bir ilim merkezi olmuştu. İslam dünyasının birçok yerinden alimler, sanatkârlar, tacirler, dervişler Ahlat’a akmaya başlamıştı. Belh ve Buhara’dan sonra İslam alemindeki üçüncü üniversite şehri kurulmuş, Kubbet-ül İslam unvanını almıştı.
Hoca Ahmet Yesevî dergâhından feyz alan erenlerin Anadolu’da ilk Türk-İslam mührünü vurdukları yer Ahlat’tı. Ahlat Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında en önemli üs olmuştu.
Kısa bir sürede Anadolu baştan başa fethedilmiş, ordularımız Bizans surlarına dayanmıştı. Kapısı 1071’de Malazgirt’te açılan Anadolu’nun tapusu 1176’ da Miryokefalon’da alınmıştı.
Tarihe altın harflerle yazdığımız Malazgirt Zaferinin üzerinden tam 947 yıl geçti. Selçuklu bitti. Yerine Osmanlı, tarih sahnesindeki yerine aldı. Türk Milleti, tarih sahnesine çıktığı günden beri peş peşe güçlü devletler kuruyor, devrini tamamlayanın yerini yenileri alıyordu.
Selçuklu’dan sonra kurulan Osmanlı’da büyük zaferlere imza attı. Türk Cihan Hakimiyeti Meskûresi , İla-yı Kelimetullah Davasına, Nizam-ı Alem Ülküsüne dönüşerek Viyana kapılarına dayandı. Üç kıta, yedi denizi hükümranlığı altına alan Osmanlı artık dünyanın tek hakimiydi.
Ancak insanların bir ömrü olduğu gibi devletlerin de bir ömrü vardı. Osmanlı da uzun süren bir saltanattan sonra duraklamaya, gerilemeye ve dağılmaya başladı. Dünyadaki yeni gelişmeler imparatorlukların parçalanmasına sebep oldu. Osmanlı da bundan nasibini aldı. Hüküm sürdüğü topraklardaki hakimiyetini kaybetti.
Devlet kurma geleneğine sahip Türk Milleti, devletsiz kalamazdı, kalmadı. Anadolu topraklarında yeniden şahlanışa geçti. Türkiye Cumhuriyetini kurarak tarih sahnesindeki yerini yeniden aldı. Hunlarla başlayan Türk devletleri zincirine yeni bir halka daha eklendi. Kökleri tarihin derinliklerinde olan yeni bir çınar yükseldi Anadolu’da. Bu verimli topraklarda büyüyecek, gelişecek, güçlenecekti. Günü gelince gönül coğrafyamızdaki milletlere yeniden ünsiyet kuracak mazlumların hamisi olacaktı.
Türk Milletinin yeniden güçlenmesine tahammülü olmayan emperyalist güçler, tedbirlerini aldılar. Görünüş itibarı ile Türk ve Müslüman ama gerçekte ne Türk ne de Müslüman olan ajanlarını içimize yerleştirdiler. Hatta bizden olan bazı zayıf karakterli insanları da kendi saflarıma çektiler. Yeni kurulan devleti tarihi köklerinden koparmaya çalıştılar.
Geride bıraktığımız topraklar üzerinde onlarca yeni devlet kurdular. Başlarına kukla yöneticiler geçirdiler. O devletleri berberlerine düşman ettirdiler. Eğitim programlarını kendi istedikleri şekilde ırkçı bir bakış açısıyla oluşturdular. Amaçları, kendi milletinden kendi inancından ve kendi ümmetinden nefret eden, düşmanına aşık nesiller yetiştirmekti. Bunda da başarılı oldular.
Türk çocuğunun okuduğu ders kitaplarına “Araplar bizi arkadan vurdu”, Arap çocuğunun okuduğu kitaplara “Türkler yıllarca bizi sömürdü. Bugün geri kalmamızın tek sebebi Türklerdir, bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır.” diye yazdırttılar. Beyinleri iğdiş ettiler, kısırlaştırdılar. Türk ve İslam’a düşman ideolojilerin bekçiliğini hem Türk hem de Müslüman olanların çocuklarına yaptırdılar.
Tarihimizdeki milli kahramanlara, hele hele Müslüman olanlarına hiç tahammülleri yoktu. Yıllarca Büyük zaferlerimizden ve o zaferleri kazanan kahramanlardan haberimiz olmadı.
Sonra bir yiğit çıktı, Kut-ül Amare diye bir zaferden bahsetti. Halil KUT Paşa komutasındaki ordumuz, Irak Cephesinde 40 bin kişilik İngiliz ordusunu yok etmiş, ordu komutanını, dört yüz subay ve beraberinde 13 bin İngiliz askerini esir almıştı.
1071 Malazgirt Zaferinin önemini yeniden hatırlattı. 1071 Ahlat-Malazgirt diyerek Ahlat’ın, Malazgirt Zaferindeki rolüne dikkat çekti.
Bu yılki Malazgirt Zaferi kutlamaları, Ahlat’ı ülkemizin gündemine oturturken, bizdenmiş gibi görünüp bizden olmayanları da rahatsız etti. ‘Büyük Taarruzu unutturmaya çalışıyorlar’ diye yaygara kopardılar. 1071 Ahlat-Malazgirt kutlamalarını gölgelemek istediler. Ama nafile başaramayacaklar. Unutturulan zaferleri, kahramanları yeniden tanıdıkça, Türk çocuğunun kendisine olan güveni artacaktır. Malazgirt de bizimdir, Kut-ül Amare de; Sakarya da bizimdir, Büyük Taarruz da diyecek ve yeni zaferlere imza atmak için kendinde güç ve kuvvet bulacaktır.